14 Ocak 2021 Perşembe

DOLAŞIM SİSTEMİ 1 ( KALP, DAMARLAR VE KAN)



  • Canlılar solunum, boşaltım, sindirim gibi yaşamsal olayları sürdürebilmek için enerjiye gereksinim duyar. Pek çok canlı bu enerjiyi oksijenli solunum reaksiyonları ile üretir. Çok hücreli canlıların yaşadıkları ortamdan aldıkları besin ve oksijenin hücrelere taşınması, metabolizma reaksiyonları sonucu oluşan atık maddelerin hücrelerden uzaklaştırılması gerekir. Bu görevlerin yerine getirilebilmesi özelleşmiş yapılar olan dolaşım sistemleri ile gerçekleştirilir.


DOLAŞIM SİSTEMLERİ

  • Canlılar solunum, boşaltım, sindirim gibi yaşamsal olayları sürdürebilmek için enerjiye gereksinim duyar. Pek çok canlı bu enerjiyi oksijenli solunum reaksiyonları ile üretir. Çok hücreli canlıların yaşadıkları ortamdan aldıkları besin ve oksijenin hücrelere taşınması, metabolizma reaksiyonları sonucu oluşan atık maddelerin hücrelerden uzaklaştırılması gerekir. Bu görevlerin yerine getirilebilmesi özelleşmiş yapılar olan dolaşım sistemleri ile gerçekleştirilir.
  •  İnsanda dolaşım sistemleri, kan dolaşımı ve lenf dolaşımı olarak iki grupta incelenir.
  • Dolaşım sistemleri hücrelerin iç ortamla madde alışverişini sağlamalarının yanı sıra vücut ısısının düzenlenmesinde, bağışıklık sisteminin iç salgı bezlerinin işlevini gerçekleştirmesinde ve sistemler arası iş birliğinin sağlanmasında görev alır. Böylece canlı, kararlı bir iç yapıya sahip olur
  •  İnsanda dolaşım sistemi üç temel ögeden oluşmaktadır.

Kan ; maddelerin taşınmasını sağlar,

Damarlar: kanın tüm hücrelere kadar yayılmasını sağlar ve

Kalp; damarlardaki kanın akışı için gerekli itici gücü bir pompa gibi sağlar

KALBİN, DAMARLARIN VE KANIN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ:

KALP:

  • Kalp, göğüs boşluğunun merkezinde iki akciğer arasında bulunur.
  • Yaklaşık olarak sıkılmış bir yumruk büyüklüğündedir.
  • Kadınlara göre erkeklerin kalbi biraz daha büyüktür ve ağırdır.
  • Bu durum erkeklerin kas kütlesinin ve oksijen ihtiyacının daha fazla olmasıdır.
  • Embriyonik gelişimin dördüncü haftasında atmaya başlayan kalp, damarlardan gelen kanı pompalayan kaslı bir yapıya sahiptir.
  • Kalp; dıştan içe perikart, miyokard ve endokard olmak üzere üç tabakadan oluşur.

Perikart (Dış Tabaka): Kalbi çevreleyen bağ dokudan oluşmuş koruyucu bir kesedir.

Çift katlı bu kese içinde perikardiyal sıvı bulunur.

Miyokard (Orta Tabaka): İstemsiz kasılarak kanı odacıklarda sıkıştıran ve pompa görevi yapan kalp kasıdır. Yapısı çizgili kasa, çalışması düz kasa benzer

Kulakçıklarda ince karıncıklarda kalındır.

Sol karıncıkta ise sağ karıncıktan daha kalındır.

Aorttan ayrılan küçük bir damar miyokard tabakasında kılcallara ayrılarak koroner damarları oluşturur.

Bu damarlar kalp kasına besin ve oksijen getirir. Metabolik atıkları uzaklaştırır.

Koroner damarlarda tıkanıklık sonucunda kalp kası besin ve oksijen alamadığı için kalp krizi (enfarktüs) oluşur.

Endokard (İç Tabaka): İnce tabaka hâlinde kalp boşluğunu saran kısımdır.

Tek sıralı yassı epitel dokudan oluşmuştur.

Aşınmayı önleyen kaygan bir yapı oluşturur. Kanın akışını kolaylaştırır.

Kan damarları bulunmaz.

Endokard tabakasında kılcal damar bulunmadığı için kalp içindeki kanın bileşimi değişmez. Yani kalp, içindeki kandan faydalanamaz.

 








Kalp, üstte iki kulakçık ve altta iki karıncık olmak üzere dört odacıktan oluşur.

Kalpte kulakçık (atrium) kasları, karıncık (ventrikül) kaslarından daha incedir.

Kulakçık kasları, gelen kanı karıncıklara pompalarken karıncık kasları, gelen kanı akciğere ve genel dolaşıma aktarır.

Kalbin sağdaki odacıklarında kirli (oksijen yönünden fakir) kan, sol tarafında temiz (oksijen yönünden zengin) kan bulunur.

Kulakçıklar ile karıncıklar arasında kanın pompalanması sırasında karıncıklardan kulakçıklara dönmesini önleyen tek yönlü kapakçıklar vardır.

Triküspit kapakçık (üçlü kapakçık): Sağ karıncık ile sağ kulakçık arasında bulunur.

Biküspit kapakçık (ikili kapakçık; mitral kapakçık): Sol karıncık ile sol kulakçık arasında bulunur.

Yarım ay kapakçıkları: Sağ karıncıktan çıkan akciğer atardamarı ile sol karıncıktan çıkan aortun kalpten çıktığı yerde bulunur.

Bu kapakçıklar, kanın kalbe geri dönmesini engeller.

 

 






  •  Kalp kası, iskelet kasından farklı olarak kendiliğinden ritmik uyarılar oluşturup kasılabilir.(İskelet kası, somatik sinir sisteminden impuls almadıkça kasılmaz.)
  • Kalpte özelleşmiş uyarıcı ve iletici kas lifleri bulunur. Özelleşmiş lifler kalbin ritmik kasılmasından sorumludur.
  • Kalpte impulsu oluşturan iki düğüm ve impulsu taşıyan özel iletim demetleri vardır.
  • Kalbin sağ kulakçığında dakikada 70-80 uyartı üreten sinoatriyal (SA) düğüm bulunur.
  • Bu düğümden çıkan impulslar kulakçıkların kasılmasını sağlar. SA düğümünden gelen impulslar atrioventriküler (AV) düğüme iletilir
  • Kalp kasının ritmik çalışması sinoatrial (SA) düğüm ve atriyoventriküler (AV) düğüm tarafından düzenlenir.

1.Sinoatrial (SA) düğüm:

Sağ kulakçık duvarında üst ana toplar damarın kalbe girdiği bölgenin yakınında bulunur.

Otonom sinir sistemi tarafından uyarılması ile kalbin çalışmasını başlatan elektriksel uyarılar üretir.

Bir jeneratör gibi elektrik üreterek kalp kası hücrelerinin kasılmasını düzenler.

SA düğüm aynı zamanda kasılma ritmini de denetler.

SA düğümden gelen uyartı ile kulakçıklar kasılır.

2. Atriyoventriküler (AV) düğüm:

Sağ kulakçık ile sağ karıncık arasında bulunur.

Uyartıları SA düğümden alır.

AV düğümünden çıkan özel kas telcikleri his demeti adını alır ve karıncık duvarında dallanarak purkinje liflerini oluşturur.

3. His demetleri:

AV düğümden çıkan özelleşmiş kas telcikleridir. Uyartıları purkinje liflerine aktarır.

4. Purkinje lifleri:

His demetlerinin karıncıkların duvarında dallanması ile oluşan liflerdir.

His demetlerinden aldığı uyartıları karıncıklara ileterek kasılmalarını sağlar.

Kalp kasılırken önce kulakçıklar sonra karıncıklar kasılır.

Kalbin çalışması sırasında uyartıların izleri ve kalp kası üzerine etkileri elektrokardiyografi cihazlarıyla izlenebilir.



Bu yapıların uyarısı ile gerçekleşen olaylar sırası ile;

1.Otonom sinirlerle SA uyarılır.

2. SA, uyarıları kulakçıklara iletir.

3. Kulakçıklar kasılır. Kan karıncıklara dolar.

4. Uyarılar AV ye daha sonra sırası ile his demetlerine ve purkinje liflerine geçer.

5. Karıncıklar kasılır. Kan atar damarlara geçer.

 




BİLGİ:

Kalp kası düzenli aralıklarla kasılarak oksijeni azalmış kanı akciğerlere, oksijence zengin kanı vücuda pompalar. Kalbin pompa görevini sürdürebilmesi ve kan dolaşımını devam ettirebilmesi için ömür boyu ritmik şekilde kasılıp gevşemesi gerekir.

Kalbin kasılması için gereken elektrokimyasal uyarı yine kalbin içinde üretilir.

Kalp atışları arasındaki sürenin düzensizleşmesiyle kalp ritminin bozulmasına aritmi denir.

Aritmi sırasında kalp hızı normal olabileceği gibi 60'ın altında (bradikardi) veya 100'ün üzerinde (taşikardi) olabilir.

Kalp damarlarındaki tıkanıklık ve kalp kasındaki değişiklik aritmiye sıklıkla yol açan durumlardır.

Kalbin jeneratörü konumunda olan sinoatriyal düğümdeki işlevsel bozukluk nedeniyle düzenli sinyal oluşmaması veya burada üretilen sinyallerin kalbin alt tarafındaki karıncıklara iletilememesi (AV blok) en sık karşılaşılan ritim bozukluğu nedenleridir.


Kalp atışının atardamarlardan hissedilmesine nabız denir.

Nabız sağlıklı bir insanda dakikada 60-80 kez hissedilir.

Kalbin her atışı 1 sn. den daha kısa sürer.

Yaklaşık 0,85 sn. süren her atımda kalp kasılır (sistol), gevşer (diastol) ve dinlenir.

Kulakçıkların kasılması (1) yaklaşık 0,15 sn. iken karıncıklar 0,30 sn. kasılır.

Geri kalan sürede (0,40 sn) kulakçık ve karıncık gevşer, kalp dinlenir.

Kalp, her kasılmada yaklaşık 70 ml. kanı pompalar.

Kalbin kulakçıkları aynı anda kasılırken bu sırada karıncıklar gevşer, karıncıklar

kasıldığında ise kulakçıklar gevşer.

Kalp dinlenme durumunda iken kulakçık ve karıncıklar aynı anda gevşemiş olarak

bulunurlar.

Ancak kulakçık ve karıncıkların aynı anda kasılması söz konusu değildir.

Karıncıklardaki kasılmaların ve gevşemelerin yarattığı basıncın atardamarlarda

hissedilmesine tansiyon denir. Bu basınç, tansiyon ölçüm aletleriyle ölçülebilir.

Sağlıklı bir insanda kasılma basıncı 120 mmHg iken (büyük tansiyon), gevşeme

basıncı 80 mmHg'dir (küçük tansiyon).

Bu değerler bireysel farklılıklara ve ortam koşullarına göre değişiklik gösterebilir.

Kalp kapakçıklarının yapısı doğuştan ya da bir enfeksiyona bağlı olarak bozuk olursa

kan kulakçıklara doğru geri dönebilir. Bu duruma kalp üfürümü denir. Kapakçıktaki

bozukluk sağlığı tehlikeye düşürecek orandaysa kapakçık ameliyatla değiştirilebilir.

Hipertansiyon; büyük tansiyonun 140’dan ve/veya küçük tansiyonun 90’dan yüksek

olması demektir.






Kalbin çalışması sırasında kendi ürettiği uyartılar dışında otonom sinirler ve bazı hormonlar etkilidir.

Hızlandıran Nedenler:

Yavaşlatan Nedenler:

Sempatik sinirler

Adrenalin, noradrenalin vtiroksin  

hormonu kalbin çalışmasını

hızlandırır.

Kandaki karbondioksit (CO2)

miktarının artması.

Vücut sıcaklığının artması,

Kafein, tein gibi maddeler

Gün içerisinde aşırı miktarda çay ve

kahve tüketen bireylerde kalp atım

hızı yüksektir.

Ortam sıcaklığının azalması

Ateşli hastalıklarda vücusıcaklığının  

1 °C artması, kalbin atış hızını

yaklaşık 10 atım/dakika artırır.

Otonom sinirlerden (Parasempatik) olan vagus

sinirinden salgılanan asetilkolin kalbin uyartı

oluşturma ritmini yavaşlatır.

Vücut ısısının azalması

Ortam sıcaklığının belirli oranda artışı.

Ca++ gibi minerallerin eksikliği

 

DAMARLAR:

Damarların görevi kanı taşımaktır.

Vücutta üç çeşit kan damarı vardır.

1. Atardamar

2. Toplardamar

3. Kılcal damar

Kanı kalbe getiren damarlara toplardamar, kalpten kanı götüren damarlara atardamar

denir.

Genellikle toplardamarda oksijen bakımından fakir kan bulunur ancak akciğer

toplardamarı oksijen bakımından zengin kan taşır.

Genellikle atardamarlarda oksijen bakımında zengin kan bulunurken akciğer

atardamarı oksijence fakir kanı akciğerlere taşır.

Küçük dolaşımla:

Alt ve üst ana toplardamarlardan sağ kulakçığa gelen kirli kan, sağ karıncığa geçer.

Buradan akciğer atardamarıyla akciğere gönderilen kan temizlenip akciğer toplardamarıyla sol kulakçıktan kalbe geri döner.

Büyük dolaşımla:

Sol karıncığa geçen kan, aort ana atardamarı sayesinde tüm vücuda gönderilir.

 




  • Aorttan dallanan koroner arter damarlar kalbi besleyen damarlardır.
  •  Kalbin pompaladığı tüm kanın yaklaşık %10’u kalbin beslenmesi için kullanılır.
  • Kalple pompalanan kan, damarlar sayesinde vücutta kapalı bir sistem içinde dolaşır.
  • Dokular ile kan arasındaki iki yönlü difüzyonla maddeler gerekli yerlere taşınır.
  • Atardamar ve toplardamar üç katmanlı bir duvar yapısına sahiptir.
  • En dışta kollajen ve elastik liflerden oluşmuş bir bağ doku bulunur.
  • Ortada elastik lifler ve düz kaslar içeren orta tabaka vardır.
  • En içte ise yassı epitel hücrelerinden oluşan endotel bulunur.



1. Atardamarlar

  • Kalpteki kanı diğer organlara taşıyan damarlardır. Kanın akış yönü kalpten vücuda doğrudur.
  • Kalpten çıkan oksijence zengin olan kanı doku ve organlara taşır.

Akciğer atardamarı hariç vücuttaki tüm atardamarlar oksijence zengin kan (temiz kan) taşır.

Akciğer atardamarı ise kalpteki kirli kanı (CO2 yoğunluğu fazla kanı) temizlenmesi için akciğere götürür.


Atardamarlar genellikle kan götürdüğü organa göre adlandırılır.

(Örnek: Böbreğe kan getiren damara böbrek atardamarı, akciğere kan getiren damara akciğer atardamarı denir.

Atardamarlarda kan basıncı diğer damarlara göre daha yüksektir.

Yüksek basınçtan zarar görmemesi için düz kas tabakasında fazlaca elastik lif bulunur.

Kan atardamarlarda kalpten çıkarken oluşan basıncın etkisiyle vücutta taşınır.

Atardamarlar dıştan içe tabakalar:

a.Dış Tabaka: Kan basıncına karşı damarın dayanıklı olmasını sağlayan lifli bağ dokusundan yapılmıştır.

b.Orta Tabaka: Düz kaslardan oluşmuştur. Bu tabakada bulunan elastik lifler, damarlara verdiği esneklikle kanın hareketini kolaylaştırır.

c.İç (endotel) Tabaka: Tek katlı yassı epitel dokudan oluşur. Endotelyum, kanın kolayca hareket etmesini sağlayan kaygan bir yüzey oluşturur.

Atardamarlarda kanın hareketini sağlayan faktörler;

Karıncıkların kasılmasıyla oluşan kan basıncı,

Damar duvarında bulunan düz kasların kasılma ve gevşeme hareketi,

Arkadan gelen kanın öndeki kanı itmesi

Kalpten aşağı inen damarlarda yer çekiminin etkisi


2. Toplardamarlar

  • Doku ve organlardan aldığı kanı kalbe taşıyan damarlardır.
  • Kanın akış yönü vücuttan kalbe doğrudur.
  • Akciğer toplardamarı hariç vücuttaki tüm toplardamarlar kirli kan taşır.  Akciğer toplardamarı temiz kan taşır.
  • Kapı toplardamarı, kanı kalbe değil karaciğere iletir.
  • Toplardamarlarda elastiki lifler ve düz kas miktarı atardamarlardan daha azdır.
  • Toplardamarın çapı atardamarlardan daha büyüktür.
  • Kan akış hızı yavaştır.
  • Genellikle çıktığı doku adı ya da organ adıyla isimlendirilirler. Örnek: böbrekten çıkan kan böbrek toplardamarıyla taşınır.
  • Çapı 1 mm’den büyük olan toplardamarlarda genellikle kapakçıklar bulunur.
  • Toplardamardaki kanın kalbe geri dönüşünde etkili faktörler:

İskelet kaslarının kasılıp gevşemesi sırasında kasların baskı yaparak damarları sıkıştırması

Kalpteki kulakçıkların gevşemesiyle oluşan negatif basınç (emme basıncı).

Göğüs kafesindeki basınç değişmeleri.

Atardamarlara pompalanan kanın itilmesi kanın toplardamarlarda taşınmasında etkilidir.

Vücudun kalpten aşağıda olan bölümlerinde kan, bu kapakçıklar sayesinde geriye kaçmadan tek yönlü taşınır. (Kapakçıkların bozulması ile toplar damarlar genişleyerek varisleri meydana getirir.)

Kan, kalp seviyesinin üstündeki toplardamarlarda yer çekiminden olayı kalbe geri döndüğü için bu toplardamarlarda kapakçık bulunmaz.

 

Toplardamarlarda dıştan içe tabakalar:

Atardamarlardan farklı olarak toplardamarlarda;

Dışta bulunan bağ doku lifleri azdır.

Kas dokusu incedir.

Orta tabakada elastik lifler yoktur.






3. Kılcal Damarlar

  • Atardamarlar ile toplardamarlar arasında bulunan, doku ve organları besleyen damarlardır.
  • Sadece endotel tabakadan oluşmuştur.(Tek katlı yassı epitel doku)
  •  İki yönlü difüzyonla madde alışverişi bu damarlarla sağlanır.
  • Kan akış hızı diğer damarlara göre yavaştır.
  • Bir kılcal damarın enine kesit alanı yaklaşık bir atardamardan 500 kat, bir toplardamardan 600 kat daha küçüktür.
  • Bir atardamar, çok sayıda kılcal damara dallandığından kılcal damarların enine kesitlerinin toplam alanları, atardamarlara ve toplardamarlara göre daha büyüktür.
  • Kılcal damarlar diğer damarlardan daha fazla yüzey alanına sahiptir.
  • Böbreklerdeki nefronları oluşturan yapılardan birisi olan glomerulus kılcalları, vücut kılcallarından farklı olarak hem çift katlı yassı epitelden oluşur hem de iki atardamar arasında bulunur.



BİLGİ:

Atardamarların ve toplardamarların geçtikleri yerlerdeki doku sıvısı ile taşıdıkları kan arasında madde alışverişi olmaz.







  • Yetişkin bir insandaki yaklaşık 5 litre kanın 3 litresi toplardamarlarda, 1 litresi atardamarlarda, 1 litresi ise kılcal damarlarda ve kalpte bulunur. Damarların kan basınçları, (toplam kesit alanları ve kan akış hızları birbirinden farklıdır.

  • Damarlar arasında kan basıncının en yüksek olduğu damar aorttur. Aorttan dallanan diğer atardamarlarda kan basıncı kılcal damarlara ve toplardamarlara oranla daha yüksektir. Doku kılcal damarlarında kan basıncı kısmen düşse de toplardamarlarda daha düşüktür.

  • Dokular etrafındaki kılcal damarların vücutta kapladığı alan atardamara ve toplardamara göre daha fazladır. Bundan dolayı damarların vücuttaki toplam kesit alanları dikkate alındığında kılcal damarların toplam kesit alanı diğerlerine oranla daha fazladır.



  • Kalpten pompalanan kanın damarlar içindeki akış hızı atardamarlarda diğer damarlardaki akış hızından daha yüksektir. Kılcal damarlarda kanın akış hızı azalır. Bu olay doku sıvısı ve kan arasındaki madde geçişine yardımcı olur.








DAMARIN KARŞILAŞTIRILMASI

ATARDAMAR

TOPLARDAMAR

KILCAL DAMAR

İçte tek katlı yassı epitel (endotel), ortada elastik lifli düz kas, dışta lifli bağ doku bulunur

İçte tek katlı yassı epitel (endotel), ortada düz kas (lifsiz), dışta az lifli bağ doku bulunur.

Bağ ve düz kas dokusu

bulunmaz.Temel zar üzerinde bulunan endotel denilen tek sıralı yassı epitelden oluşur.

Akciğer ve aort atardamarlarının karıncıklardaki başlangıç yerlerinde yarım ay kapakçıkları bulunur.

Vücudun alt kısımlarındaki toplardamarlarda tek yöne açılan kapakçıklar bulunur.

Yarım ay kapakçığı veya kapakçık benzeri yapılar bulunmaz.

Akciğer atar damarı hariç temiz kan kan taşır.

Akciğer toplar damarı hariç kirli kan taşır.

Madde alışverişinin yapıldığı damarlardır.

Kalpteki kanı organlara götürür.

Organlardaki kanı kalbe getirir.

Dokularla gaz ve besin alışverişi yapılır.

Damar çeperi (duvarı) en kalın damarlardır.

Damar çeperi (duvarı) ince damarlardır.

Damar çeperi çok ince olan damarlardır.

Cilt yüzeyinin derinliklerinde bulunur.

Cilt yüzeyine yakın bulunur.

Genellikle atardamar ile toplar damar arasında bulunur.

















KAN:

Kan doku, kan hücreleri ve plazma olmak üzere iki bölümde incelenir.

Yetişkin bir insanda ortalama 5 litre kan bulunur. Kanın %55'ini plazma, %45'ini ise kan hücreleri oluşturur.

Pıhtılaşması önlenmiş kan, santrifüj edilirse kanın hücreleri ağırlıkları nedeniyle tüpün tabanına çöker.

Üstte kan plazması adı verilen kısım kalır.

Çöken hücrelerin büyük kısmını alyuvardır. (Yaklaşık %41’i alyuvarlardan oluşur.)

(Hematokrit değeri (HCT: kandaki alyuvarların yüzdesi) denilen bu değer bazı hastalıkların tanısında kullanılabilir.)

Kanın hücresel elemanlarının ve plazma kısmının oranı; yaş, cinsiyet ve başka faktörlere bağlı olarak değişebilir.

Alyuvarların üzerinde alyuvarları plazmayla ayıran yaklaşık %4’lük kısım akyuvarları ve kan pulcuklarını içerir

Yetişkinlerde vücut ağırlığının yaklaşık %7’si kan hacmini oluşturur.

Kanın optimum pH’ı 7,4 olup çok dar sınırlar (7,0-7,8) içinde değişebilir.

Kanın başlıca dört görevi vardır. 

Taşıma, koruma, düzenleme ve savunma.

Kan ilgili doku ve organlara oksijeni, karbondioksidi, metabolik atıkları, kullanılan ilaçları ve hormonları taşır.

Hasar gören damardan kan kaybının önlenmesini sağlar. (Pıhtılaşma mekanizmalarıyla) (Heparin ise kanın damar içinde pıhtılaşmasını önler.)

Vücudun su, elektrolit ve pH dengesinin sağlanmasında etkilidir.

Mikroorganizma ve hastalıklara karşı vücudun savunulmasında etkili olur.

(Akyuvarlar ve antikorlar ile sağlanır.)

Oluşan ısının vücuda dağılmasını sağlar.



BİLGİ:

Farklı yoğunluklara sahip olan çözelti içindeki maddeleri ağırlıklarına göre çöktürmeye santrifüj denir.

 

Kan Plazması:
  • Kan dokunun sıvı olan ara maddesine plazma denir. Plazma, içinde bulunan çözünmüş proteinlerden dolayı sarı renktedir.
  • Kan plazmasının yaklaşık %90'ı su, %7'si protein (albumin, globülin, fibrinojen), geri kalan kısmı hormon, antikor, vitamin, amino asit, karbonhidrat, yağ, amonyak, üre, ürik asit, enzim (sindirim enzimi hariç) gibi organik maddelerle sodyum, klor, magnezyum, bikarbonat gibi iyonlardan oluşur.
  • Kan plazması ile doku sıvısının iyon bileşimi benzerdir.
  • Kan plazması ile doku sıvısı arasındaki en önemli fark kan plazmasındaki yüksek protein yoğunluğudur.
  • Kan pıhtılaşırsa kan plazmasındaki pıhtılaşma faktörleri denen proteinler plazmadan ayrılır. Oluşan pıhtının üstündeki sarı renkli berrak sıvıya kan serumu denir.

Kan Plazmasının İçeriği

Kan Plazmasında Bulunan Maddeler

Görevi

Su

Taşıma, çözücü

Kalsiyum, sodyum, potasyum, magnezyum, bikarbonat gibi iyonlar

Ozmotik basınç ve pH dengesinin ayarlanması

Plazma proteinleri

Fibrinojen

Albumin

Antikorlar

Histamin

Pıhtılaşma

Ozmotik basınç ve pH dengesinin ayarlanması

Savunma

Kılcal damar geçirgenliğinin ayarlanması

Taşınan Maddeler: Heparin, oksijen, hormonlar, glikoz, amino asit gibi besin monomerleri, vitaminler, metabolik atıklar, CO2, üre vb.









BİLGİ:

Kan Proteinleri:

Albumin; Kan ve vücut sıvısının su oranını yani osmotik basıncını düzenler.

Globulin; Antikor yapısını oluşturur.

Fibriniojen ve protrombin; Kanın damar dışında pıhtılaşmasını sağlar. Karaciğerde üretilir.

Histamin: Kılcal damarların geçirgenliğini artırır.

Kan proteinleri ile birlikte iyonlar, kan osmotik basıncını ve kan pH'sının düzenlenmesinde görev yapar.

Kan plazması ile doku sıvısı arasındaki fark, plazmada daha fazla protein bulunmasıdır.

Fibrinojensiz kan plazmasına serum denir.

Serumda kan hücreleri ve fibrinojen bulunmaz.





Kanın Hücreleri:

  • Kanda üç hücresel eleman vardır

1.Alyuvarlar (eritrosit),

2.Akyuvarlar (lökosit) 

3.Kan pulcuğu (trombosit)

Solunum gazlarının taşınmasında, bağışıklıkta ve kanın pıhtılaşmasında rol alırlar.











1.Alyuvarlar (Eritrositler / Kırmızı Kan Hücreleri):
  • Akciğerlerden dokulara oksijen, dokulardan akciğerlere karbondioksit taşır.
  • Aktif hareket edemezler, kan akışıyla bir yerden başka bir yere taşınırlar.
  • Alyuvar sayısı cinsiyete, yaşa ve deniz seviyesinden yüksekliğe göre değişir.
  • Sağlıklı bir erkekte 1 mm3 kanda 5-6 milyon, sağlıklı bir kadında ise 4-5 milyon alyuvar bulunur.(Erkeklerdeki alyuvar sayısının fazla olmasının nedeni erkek eşey hormonunun kan yapımını artırıcı etkisidir)Yükseğe çıkıldıkça atmosferdeki oksijen miktarı azalır. Bu nedenle birim zamanda vücudun gerek duyduğu oksijeni karşılamak için yüksek yerlerde yaşayanlarda alyuvar sayısı daha fazladır.
  • Embriyonik dönemde kan; dalak, lenf düğümleri ve karaciğerde üretilir.
Hamileliğin son ayında ve sonrasında kırmızı kemik iliğinde alyuvar üretilir.
(Fetüste 3-5. aylar arasında karaciğer ve dalakta üretilen alyuvarlar, gebeliğin 5. ayından itibaren yaşamın sonuna kadar kırmızı kemik iliğinde üretilir.)

  • Eritropoietin hormonu kemik iliğinden alyuvar yapımını uyarır.( Eritropoietin böbrekten %90 ve karaciğerden %10 salgılanır)
  • Ortamda O2 azalırsa alyuvar yapımı hızlanır.
  • Alyuvarlar üretildikten birkaç gün sonra çekirdeklerini ve diğer organellerini kaybederek iç bükey disk şeklini alır.
  • Olgunlaştıklarında bu yapılarını kaybettikleri için bölünemez ve kendilerini yenileyemez.
  • Yapılarında kana kırmızı rengini veren hemoglobin bulunur.(Hemoglobin, hem ve globin olmak üzere iki kısımdan meydana gelmiştir. Hem kısmı demir atomu bulundurur. Globin ise proteindir.)
  • Hemoglobin, oksijen ve karbondioksitin taşınmasında görev alır.
  • Alyuvarlar yaklaşık 250 milyon hemoglobin molekülü içerir.(Her bir hemoglobin molekülü dört O2 bağlayabildiğinden, bir alyuvarın bir milyon kadar O2 taşıyabileceği anlaşılır. Her alyuvar ATP ihtiyacını da anaerobik solunumla karşıladığı için O2 molekülünü hiçbir şekilde kullanıp azaltmaz.)
  • Kan kaybı, yetersiz alyuvar üretimi, alyuvar yıkımının fazla olması gibi nedenler anemi nedenidir.(Anemik bireylerde vücuda yeterli oksijen gitmediğinden soluk cilt, baş ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
  • Enerjinin kaynağı glikoliz (laktik asit fermantasyonu) ile karşılar. (Anaerobik yolla laktik asite dönüştürülen glikozdur.)  
Taşıdıkları oksijeni kullanmazlar.
Alyuvarların çekirdeği ve organeli olmadığı için ortalama 120 günlük ömürleri vardır.
(Yıkım ile oluşan demir, dalak ve kırmızıkemik iliğinde depolanarak yeniden alyuvar yapımında kullanılır.)
Yaşlı alyuvarlar dalak, karaciğer ve lenf düğümlerinde yıkılır.
Hemʼin diğer kısmı ise biluribine çevrilerek karaciğere taşınır. Karaciğerden safra yolu ile bağırsağa gönderilir. Daha sonra dışkı ile atılır.


 

BİLGİ:

Memeliler hariç diğer omurgalılarda alyuvarlar daha büyük ve çekirdeklidir.


BİLGİ:

Alyuvarların oksijen taşıma kapasitesini arttıran özellikleri;

Ortası çökük diskler şeklinde bulunması

Memelilerin olgun alyuvarlarında çekirdek ve diğer hücre organellerinin bulunmayışı.

 




Akyuvarlar (Lökositler / Beyaz Kan Hücreleri):

  • Renksiz kan hücreleridir. 
  • Amip gibi yalancı ayaklar oluşturup aktif hareketlerle doku aralarına yayılabilir.
  • Savunma sisteminde görev alır.
Vücudu çeşitli enfeksiyonlara ve toksik maddelere karşı korur.
Ayrıca akyuvarlar hasar görmüş doku parçalarını da yok eder.
  • Yetişkin bir insanda akyuvar sayısı 1mm3 kanda ortalama 4-10 bin arasında değişir.
  • Çocuklarda akyuvar sayısı yetişkinlere oranla fazla olabilir.
  • Akyuvarların sayısı, herhangi bir doku ve organda enfeksiyon oluştuğunda artar.
  • Kırmızı kemik iliği, timus bezi, dalak, bademcik gibi lenf dokusunda üretildikten sonra ihtiyaç duyulan dokuya kanla taşınarak işlevini gerçekleştirir.
  • Yaşam süresi, çeşitlerine göre birkaç saatten birkaç güne kadar değişebilir.

Bazı akyuvarlar vücuda giren yabancı maddeleri tanıyabilen kan hücrelerine (hafıza hücreleri) dönüşür ve uzun zaman yaşayabilir.

·       Vücudun savunmasında iki şekilde görev alır. Bazı akyuvarlar enfeksiyon etkenlerini fagositozla doğrudan yok eder. Bazıları ise enfeksiyon etkenlerine karşı antikor denilen özel proteinler sentezler.

·       Diğer kan hücrelerinden farklı olarak çekirdekleri ve organelleri vardır.

·       Akyuvarların çeşidi çoktur.

·       Akyuvar çeşitlerinden olan B ve T lenfositler vücudun savunmasında görev alır.

Timus bezinde olgunlaşan T lenfositler doğrudan mikroorganizmalara saldırırlar. (Hücresel bağışıklık).

Kemik iliğinde olgunlaşan B lenfositler ise bakteri ve virüse karşı antikor sentezleyerek onları etkisiz hâle getirir (Humoral bağışıklık).

·       Lenfositler, fagositoz yapmaz.

Üretim yeri olan kemik iliğinde olgunlaşanlarına B lenfosit, timüs bezinde olgunlaşanlarına T lenfosit denir.

B lenfositler antikor üreterek mikroplarla savaşır. T lenfositler ise hücresel bağışıklık sağlar.

     

 





Lökositlerin Sınıflandırılması

  • Lökositler sitoplazmalarında granül olup olmamasına göre; granülositler ve agranülositler olarak iki gruba ayrılır.

A. Granülositler:

Bu lökositlerin sitoplazmalarında boyanabilen tanecikleri vardır.

Kırmızı kemik iliğinde yapılır.

Bunlar nötrofiller, eozinofiller ve bazofiller olmak üzere üç çeşittir.

1.Nötrofiller: Tüm lökositlerin % 62’sini oluşturur. Çekirdekleri parçalıdır. Nötrofillerin en önemli özelliği fagositoz yapabilmeleridir. Fagositoz yetenekleri en güçlü olan granülositlerdir.

2.Eozinofiller: Tüm lökositlerin % 2- 3’ünü oluşturur. Çekirdekleri genellikle iki parçalıdır. Fagositoz yetenekleri nötrofiller ve monositlere göre daha azdır. Eozinofil granülleri histamin ve plazminojen içerir. Alerjik reaksiyonlarda, deri ve paraziter hastalıklarda eozinofillerin sayıları artar.

3.Bazofiller: Tüm lökositlerin % 0,4’ünü oluşturur. Bazofiller vücutta küçük kan damarları boyunca çok sayıda bulunan mast hücrelerine benzer. Yapılarında bol miktarda antikoagülan bir madde olan heparin taşırlar. Bazofiller yapılarında heparinden başka histamin ve serotinin de taşırlar. Histamin ve serotonin kan damarları aktivitesi üzerine etkili (vazoaktif) maddelerdir.

B. Agranülositler: Yapılarında granül bulundurmazlar. Bunlar monositler ve lenfositler olmak üzere iki çeşittir.

1.Monositler: Tüm lökositlerin % 5,3’nü oluşturur. Kırmızı kemik iliğinde üretilir. Diapedes ile dokular arasına geçer, burada gelişip büyüyerek doku makrofajları adı verilen hücreleri oluşturur. Yerleştikleri dokuya göre değişik isimler alır. Monositler ve makrofajlar da çok güçlü fagositoz yeteneğine sahip hücrelerdir.

2.Lenfositler: Tüm lökositlerin % 30’unu oluşturur. Kemik iliği, lenf bezleri ve dalak, tymus, bademcikler gibi lenfoid organlarda üretilir. Lenfositler organizmayı bakterilere, virüslere, mantarlara, yabancı dokulara ve tümörlere karşı dirençli kılmak için çalışırlar. Fagositoz yetenekleri yoktur. Lenfositler B ve T olmak üzere iki alt gruba ayrılırlar.

B lenfositler, antijenlere karşı antikor veya immunoglobulinler adı verilen özel protein moleküllerini sentezler.

T lenfositler ise hem B lenfositlerin antikor üretimini düzenleyen hem de antijenlerle doğrudan savaşan hücrelerdir.

Bu nedenle T lenfositlerin oluşturduğu bağışıklığa hücresel bağışıklık, B lenfositlerin oluşturduğu bağışıklığa ise humoral bağışıklık adı verilmektedir.

 




Kan Pulcukları (Trombositler):

  • Kemik iliğinde oluşan megakaryosit denilen hücreler parçalanarak trombositleri oluşturur.
  • Damar dışına çıkamazlar.
  • Parçalanmış hücre parçacığı olduğu için trombositlerin çekirdekleri yoktur.
  • 1mm3 kanda ortalama 150-300 bin kadar trombosit bulunur.
  • Ömrünü tamamlayan kan pulcukları karaciğer ve dalakta parçalanır.
  • Trombositler yaklaşık her on günde bir yenilenir.
  • Kanın pıhtılaşmasında görevli özel bir protein üretir.
  • Trombositler, kan pıhtılaşmasını başlatmada önemli rol oynayarak küçük yaralanmalarda kan kaybını önler.
  • Bir damarın duvarı zarar gördüğünde pıhtılaşma başlar.
  • Pıhtılaşmada trombositler yapışkan kümeler halinde zarar gören bölgeye kısa sürede tutunup açıklığı kapatır. Buna trombosit tıkacı denir.
  • Ayrıca trombositler, aktifleştirici maddelerle protrombini aktif trombin hâline getirir.
  • Trombin ise plazma proteinlerinden fibrinojeni ipliksi yapıdaki aktif fibrin hâline dönüştürür.
  • Fibrin molekülleri kalın bir ağ oluşturarak kan hücreleriyle hasarlı bölgeyi tıkar.
  • Kanda kanın pıhtılaşmasını sağlayan birçok maddenin yanı sıra yeterince Ca+2 iyonunun da bulunması gerekir
  • Pıhtılaşma faktörleri denilen organik moleküllerden birinin eksik olması kanın pıhtılaşma süresini olumsuz etkileyebilir.
  • X kromozomuna bağlı kalıtılan hemofili hastalığı çeşitlerinde kanın pıhtılaşmasından sorumlu faktörlerden bazıları eksik ya da yanlış sentezlenmektedir.
  • Hemofili hastalarında uzun süren kanama görülür.
  • K vitamini, kan pıhtılaşmasında görevli protrombinin karaciğerde sentezi için gereklidir. K vitamini eksikliğinde protrombin sentezlenemediği için kanama eğilimi artar.



BİLGİ:

Tüm kan hücreleri, kemik iliğinde bulunan kök hücreler tarafından yapılabilir.

1mm3 kanda kan hücrelerinin bulunma oranları;

Alyuvarlar> Kan pulcukları >Akyuvarlar



Kanın Pıhtılaşma Mekanizması

  • Eğer damar hasarı küçükse sadece trombosit tıkacı, kan kaybını tamamen durdurur.
  • Eğer hasar büyükse;

1.Trombositlerden ve hasar gören damar çeperinden tromboplastin salgılanır.

2. Tromboplastin, plazmadaki inaktifprotrombini, trombine dönüştürür.

 (Bu olay Ca++, K vitamini ve O2 etkisi ile gerçekleşir.)

3. Trombin kan plazmasında inaktif halde bulunan fibrinojeni fibrin iplikçiklerine dönüştürür.

4. Fibrin iplikçiklerinin oluşturduğu ağ, trombosit tıkacı üzerine yapışıp kan hücrelerini ve plazmayı da içine alarak pıhtıyı oluşturur.

 

  • Pıhtılaşmayı sağlayan protrombin ve fibrinojen inaktif olarak karaciğerden sentezlenir. Yine karaciğerden sentezlenen heparin kanın damar içinde pıhtılaşmasını önler. Damar dışında aktif değildir.






Kan Grupları:

  • Kırmızı kan hücrelerinin hücre zarı yüzeylerinde her biri antijen-antikor reaksiyonlarına yol açabilen yüzlerce farklı antijen bulunur.
  • ABO grubu antijenleri ve Rh sistemi antijenleri antijen-antikor reaksiyonlarına diğerlerinden daha sık sebep olur.
  • Alyuvarların zar yüzeylerindeki  ve kan grubunun belirlenmesini sağlayan glikoproteinlere antijen denir.
  • Alyuvar zarları üzerinde bulunan A ve B tipi antijenler, özgül antikorlarla bağlandıklarında kan hücrelerinin kümeleşmesine neden olur.
  • İnsanlarda bu antijenlerden sadece biri ya da her ikisi bulunabildiği gibi hiçbiri de bulunmayabilir.
  • A veya B antijeninin ikisinin de bulunmaması durumunda kan grubu O grubudur.

Sadece A antijeni varsa A grubu, sadece B antijeni varsa B grubu, A ve B antijeni birlikte varsa AB grubudur.

Günümüzde insanların %47’si O grubu, %41‘i A grubu, %9‘u B grubu, %3’ü AB grubu kana sahiptir.

  • Vücut, doğumdan 2-8 ay sonra kişinin alyuvarları üzerindeki antijenlere göre antikor üretmeye başlar.

 


Kan Grupları

Alyuvardaki antijen

Plazmadaki

antikor

Kan alabildiği gruplar

Kan verebildiği gruplar

 

A

 

A

anti B

(B antikoru)

 

A ve 0

 

A ve AB

 

B

 

B

 anti A 

(A antikoru)

 

B ve 0

 

B ve AB

 

AB

 

AB

 

yok

 

AB, A, B ve 0

 

AB

 

0

 

yok

 

anti A ve 

anti B

 

0

 

0, A, B ve AB

  •  Alyuvarda A antijeni yoksa plazmada Anti-A antikoru üretilir. B antijeni yoksa Anti-B,
Hiçbiri yoksa hem Anti-A hem Anti-B üretilir.
İkisi de varsa plazma antikor içermez.



BİLGİ:

Antijen: Bir canlıya verildiğinde antikor oluşumunu uyaran protein yapılı moleküllere denir.

Antikor: Antijenlere karşı oluşturulan savunma proteinleridir



A ve B antijenlerinden farklı olarak alyuvar zarı üzerinde Rh faktörü antijenleri de bulunabilir.

En yaygın Rh faktörü antijen D’dir.

Bu antijene sahip bireyler, Rh pozitif olarak adlandırılır 

Antijen bulundurmayanlar Rh negatif olarak adlandırılır.

İnsanların %85'i Rh (+), %15'i Rh (-) kan grupludur.

 Rh negatif bireylerin plazmasında üretilecek Anti-D antikorları, Rh antijeniyle ilk

karşılaşmadan itibaren sentezlenir.

Kan nakli, bireyin alyuvarlarında antijen; plazmasında antikor bulundurmasına göre

yapılır.

Herhangi bir antijene sahip bireyin kanı, buna karşı antikor içeren bireye

verilmemelidir.

Genellikle bireyler, kendi kan grubundan olan bireylerden kan alabilir

Kan nakillerinde Rh faktörü de önemlidir. Aşağıdaki şemada Rh faktörleri arasındaki

alışveriş gösterilmiştir.


Bir kişiye kendi kan grubundaki antikorlarla reaksiyona girecek başka gruptan bir kan

verilirse kanında aglütinasyon (çökelme) başlar. (Vericinin kanında alıcı için yabancı

bir protein (A ya da B antijeni) var ise alıcı tarafından üretilen antikorlar (anti A ya da

anti B) yabancı proteine tutunur ve kan hücreleri birbirine yapışarak kümelenir. Bu

olaya çökelme (aglütinasyon) adı verilir.)


Çökelen kan, damarları tıkar ve alyuvarların parçalanması sonucu alyuvar sayısı hızla azalır ve hemoglobin plazmada artar.Böbrek damarları daralır ya da tıkanır, akut böbrek yetmezliği ortaya çıkar. Hemoglobinin yıkılması sonucu bilirubin ortaya çıkar. Bilirubinin vücuttan atılmasında meydana gelen yavaşlama sonucu sarılık oluşur. Bu durum genellikle yeni doğan bebeklerde fizyolojik sarılık olarak görülür.



Rh Kan uyuşmazlığı (eritroblastosisfetalis):

  • Rh - bir anne ile Rh+ bir babadan Rh+ grubunda bir fetüsün oluştuğu durumlarda ortaya çıkar.
  • Kan uyuşmazlığında baba Rh+, anne Rh- ve çocuk Rh+’dir.
  • İlk hamilelikte doğum normal gerçekleşir. Ancak ikinci ve daha sonraki gebeliklerde yine Rh+ çocuğa gebe kalınırsa bu durumda ilk doğum esnasında anne kanında oluşan Rh antikorları çocuğa geçer ve çocuğun alyuvarlarını çökeltir.

Kan gruplarının belirlenmesi:

  • Laboratuvarlarda Anti – A, anti – B ve anti – D serumları kullanılarak kan grupları belirlenebilir.
  • Anti – A serumu ile çökelme varsa, A antijeninin olduğunu gösterir. A antijeni varsa A grubudur.
  • Anti – B serumu ile çökelme varsa, B antijenini olduğunu gösterir. B antijeni varsa B grubudur.
  •  Anti – D serumu ile çökelme varsa, Rh antijeninin olduğunu gösterir. Rh antijeni varsa Rh + dir.
  • Hem anti A hem de anti B serumlarının her ikisinde de çökelme varsa AB antijenleri birlikte var demektir. AB grubudur.


BİLGİ:

Günümüzde birinci doğumdan hemen sonra anne kanında oluşan antikorları etkisiz hale getiren bir ilaç

(Anti – D Gamma Globülin) anneye verilerek antikor oluşumu önlenebilmekte ve sağlıklı doğumlar sağlanabilmektedir.


BİLGİ:

Her ne kadar farklı gruplar arasında kan nakli mümkün ise de ideal olan, herkesin kendi grubuyla kan alışverişi yapmasıdır. Çünkü farklı gruplar arasında kan nakli yapıldığında az da olsa bir çökelme oluşur. Bu durum kanı zaten azalmış olan, damarları büzüşmüş olan kişide damar tıkanmalarına neden olabilir. Hayati risk oluşturabilir.


BİLGİ:

Bir insanın kan grubu kemik iliği nakli sonrası değişebilir.

İlik naklinin yanı sıra çok nadir de olsa bazı hastalıklar kan grubunun değişmesine neden olabilir. Ayrıca sonuçları 2015 yılında Journal of theAmerican Chemical Society dergisinde yayımlanan bir araştırmada bilim insanları kırmızı kan hücrelerinin yüzeyindeki A ve B antijenlerini uzaklaştıran bir enzim keşfetti. Bu gelişme gelecekte kan grubunun yapay olarak değiştirilebileceği anlamına gelebilir. (Bilim genç TUBİTAK)


 KILCAL DAMARLARDA MADDE ALIŞVERİŞİ (STARLİNG HİPOTEZİ)

  • Hücrelerin içinde bulunduğu doku sıvısı ile kan arasındaki madde alışverişi kılcal damarlarda gerçekleşir.
  • Starling hipotezine göre kan ile vücut hücreleri arasındaki madde alışverişinde kan basıncı ile ozmotik basınç etkilidir.
  • Kan basıncı, kanı damar dışına iten kuvvettir.
  • Osmotik basınç ise doku sıvısını damar içine çeken kuvvettir.
  • Kılcal damarların atardamar ucunda kan basıncı en yüksek seviyedir (yaklaşık 32 mmHg).
  • Bu kan basıncı, kanın içindeki küçük moleküllerin (su, O2, glikoz gibi) damardan doku sıvısına difüzyon ile geçmelerini sağlar.
  • Kılcal damarda bulunan ve hücre zarından geçemeyen plazma proteini gibi bazı büyük moleküller de kılcal damarın her noktasında sabit olan bir ozmotik basınç yaratır (yaklaşık 22 mmHg).
  • Bu ozmotik basınç, doku sıvısının içindeki maddelerin emme kuvveti ile kana geçmesini sağlamaktadır.
  • Kan basıncı ile ozmotik basınç farkından dolayı kılcal damarın atardamar ucunda madde geçişi, damardan doku sıvısına doğru gerçekleşir.
  • Toplardamar ucuna gidildikçe kaybedilen sıvının etkisi ile kan basıncı azalır; önce ozmotik basınç ile aynı seviyeye gelir ve toplardamar ucuna gidildikçe ozmotik basıncın altına (yaklaşık 15 mmHg) düşer.
  • Bu durumda ise ozmotik basıncın etkisiyle doku sıvısından kılcal damarlara madde (su, CO2, üre gibi) geçişi olur.
  • Plazma proteinleri (albümin, globülin, fibrinojen) alyuvar hücreleri ve kan pulcukları damar dışına çıkamaz. Bu nedenle doku sıvısında bulunmazlar.
  • Kan basıncının etkisiyle damardan doku sıvısına geçen su ve maddeler, doku sıvısından damara geçen su ve maddelerden fazladır. Bu durumda kan, su ve madde kaybeder, kanın hacmi azalır; doku sıvılarındaki su ve madde miktarı artar. Artan su ve maddeler kılcal lenf damarlarına geçer ve lenf dolaşımı ile tekrar kan dolaşımına katılır; kanın hacimce azalması engellenmiş olur.









BİLGİ:

ÖDEM

Doku sıvısının artması olayına ödem denir.

Ödemin oluşma sebepleri:

Kılcal lenf damarlarının tıkanması

Kılcal kan damarında basıncın normalden yüksek olması,

Kılcallardaki kan proteinlerinin azalması ile ozmotik basıncın düşmesi

Doku sıvısı ozmotik basıncının artması (sürekli çok tuzlu besinlerle beslenmek) doku sıvısındaki suyun tutulmasına ve kılcal lenf damarlarına geçmesini engellemeye neden olur ve ödem oluşur.

Histaminin aşırı artışı.

(Enfeksiyon ve yanıklarda olabilir. Kılcal kan damarlarının genişlemesini ve geçirgenliğini artırarak ödeme yol açar.)

Kandaki aldosteron hormonunun aşırı artması. (Aldosteron böbreklerden Na++ ile birlikte suyu da geri emdiği için kan basıncını artırarak ödeme neden olur.)

Aşır tuzlu besin almak da doku sıvısında tuz birikimine neden olduğu için ödeme sebep olabilir.



BİLGİ:

Kanın kendisine özgü karakteristik bir kokusu vardır. Bu koku plazmada bulunan yağ asitlerinden ileri gelir.

Kan kokusu türlere ve cinsiyete göre değişebilir.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BİLKEM POPÜLER

ETİKETLER